Kadınların hayatın her alanında eşit haklara sahip olması gerektiği düşüncesi artık neredeyse evrensel bir norm. Ancak düşüncelerle gerçekler arasında hâlâ derin bir uçurum var. 2015 yılında Birleşmiş Milletler tarafından belirlenen 5. Sürdürülebilir Kalkınma Amacı, toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamayı ve kadınların güçlenmesini hedefliyordu. Aradan geçen on yıla rağmen, bu alanda kaydedilen ilerleme sınırlı ve kırılgan.

2025 Sürdürülebilir Kalkınma Raporu’nun verilerine göre, dünya genelinde parlamentolarda kadın temsili sadece yüzde 26 seviyesinde. Aynı işi yapan kadınlar hâlâ erkeklerden ortalama yüzde 20 daha az kazanıyor. Kadınlar, ücretsiz bakım emeğinin büyük çoğunluğunu üstlenmeye devam ederken; karar alma mekanizmalarında, ekonomik güce erişimde ve toplumsal güvenlikte geri planda kalıyor. Veriler açık: Cinsiyet eşitliği hâlâ politikaların kenar süsü olarak kalıyor, sistem ise erkek egemen yapısını büyük ölçüde koruyor.

2025 verileriyle gerçekler

Sürdürülebilir Kalkınma Raporu 2025, toplumsal cinsiyet eşitliğinde ilerlemenin yüzeyde kaldığını net biçimde ortaya koyuyor. Veriler, sorunun hâlâ yapısal olduğunu gösteriyor.

Kadınların dünya genelindeki parlamentolardaki ortalama temsil oranı yalnızca %26. Bu oran, on yıllık süreçte yalnızca birkaç puanlık artış göstermiş durumda. Benzer biçimde, küresel ölçekte kadınlar aynı işi yapan erkek meslektaşlarına kıyasla hâlâ ortalama %20 daha az ücret alıyor.

Ücretsiz bakım emeği —çocuk, yaşlı, hasta bakımı ve ev içi işler— hâlâ büyük ölçüde kadınların omuzunda. Pek çok ülkede bu emek ne tanınıyor ne de kamusal politikalarla destekleniyor. Öte yandan, kadına yönelik şiddet konusunda da durum kaygı verici. Yasal düzenlemeler yetersiz, var olanlar ise uygulamada etkisiz.a

Rapor, özellikle karar alma pozisyonlarında kadın temsiliyetinin sembolik düzeyde kaldığını, ekonomik ve siyasal etkisinin sınırlı olduğunu vurguluyor. Cinsiyet eşitliğini sağlayacak altyapı ve politikalar eksik ya da etkisiz biçimde uygulanıyor.

Sistemdeki tıkanıklıklar nerede?

Toplumsal cinsiyet eşitliği söz konusu olduğunda, çoğu ülke hâlâ görünürlük ve temsiliyet üzerinden bir politika yürütüyor. Yasalar var, stratejik belgeler hazırlanıyor, ulusal planlara “eşitlik” maddeleri ekleniyor. Ancak tüm bu çabalar, yapısal dönüşüm yaratmaktan uzak.

Gerçek sorun, bu hedefin sistemsel olarak sahiplenilmemesinde yatıyor. Kadınların eğitim düzeyinde artış sağlanmış olsa da, bu kazanımlar ekonomik bağımsızlığa ya da siyasal temsile yansımıyor. Eğitimli kadın, istihdamda karşısına çıkan cam tavanla mücadele etmek zorunda kalıyor.

Ayrıca birçok ülkede toplumsal cinsiyet eşitliği hâlâ “kadın meselesi” olarak algılanıyor. Oysa bu, kalkınmanın ve demokrasinin temel taşı. Bu nedenle sadece kadınları değil, toplumun tümünü ilgilendiren bir dönüşüm gerektiriyor.

Siyasi irade zayıf kaldığında, eşitlik hedefi yalnızca şeklen yerine getirilmiş bir yükümlülük hâline geliyor. Temsiliyet olabilir ama karar alma yetkisi yok. Politikalar oluşturuluyor ama kaynak yok. Destek varsa bile süreklilik taşımıyor.

Toplumun eşitlikle sınavı: Kim ne kadar hazır?

Toplumsal cinsiyet eşitliği, yalnızca devlet politikalarının değil; aynı zamanda kurumların, sektörlerin ve bireylerin tutumlarının da sınandığı bir alan. Eşitliği yalnızca yasal metinlerde bırakmak, toplumsal dönüşümü geciktirmekten başka bir işe yaramıyor.

Özel sektör, hâlâ üst düzey yönetim pozisyonlarında kadınlara sınırlı alan tanıyor. Cam tavan etkisi birçok sektörde kırılmamış durumda. Kurumsal sosyal sorumluluk adı altında yapılan projeler, çoğu zaman sadece itibar amaçlı ve kalıcılıktan uzak. Gerçek bir kurumsal değişim için eşitlik hedeflerinin performans göstergelerine entegre edilmesi gerekiyor.

Kamu kurumlarında toplumsal cinsiyet eşitliği çoğunlukla teknik bir başlık olarak görülüyor. Toplumsal cinsiyet bütçelemesi gibi etkili araçlar hâlâ yaygın değil. Yerel yönetimlerde kadın temsilinin düşüklüğü, hizmet tasarımında kadınların ihtiyaçlarının göz ardı edilmesine yol açıyor.

Medya ise hâlâ cinsiyet kalıplarını yeniden üretiyor. Kadınlar çoğu zaman ya mağdur ya da “ilham verici istisna” olarak temsil ediliyor. Oysa eşitlik, olağan bir durum hâline gelmedikçe gerçek anlamda yerleşemez.

2030’a beş kala: Ne yapılmalı?

Zaman daralıyor. 2030 hedeflerine ulaşmak için sadece beş yıl kaldı ve 5. amaçta gelinen nokta bunun mümkün olmadığını açıkça gösteriyor. Ancak bu durum umutsuzluk değil, kararlılık gerektiriyor. Sadece hedef koymak değil, o hedefe ulaşacak yolları netleştirmek gerekiyor.

İlk olarak, temsiliyetten öteye geçilmeli. Kadınların yalnızca “bulunması” değil, karar alma süreçlerinde etkili olması sağlanmalı. Siyasi partilerden sendikalara, üniversitelerden sivil toplum kuruluşlarına kadar her alanda eşit temsil zorunlu hâle getirilmeli.

Kadına yönelik şiddetle mücadelede yasal çerçeveler yeterli değil; uygulama gücü ve kurumsal koordinasyon artırılmalı. Koruyucu ve önleyici hizmetler, kırsal ve dezavantajlı bölgelerde erişilebilir olmalı.

Ücretsiz bakım emeği, görünmez emek olmaktan çıkarılmalı. Kamu politikaları bu yükün adil paylaşımını hedeflemeli. Kreşler, yaşlı bakım sistemleri ve iş-yaşam dengesini sağlayacak düzenlemeler yaygınlaştırılmalı.

Toplumsal cinsiyet eşitliği, yalnızca kadınlara yönelik bir iyileştirme çabası değil; daha adil, daha üretken ve daha sürdürülebilir bir toplum kurmanın ön koşulu olarak ele alınmalı.