Tıp tarihi boyunca erkek bedeni ‘varsayılan’ kabul edildi. Anatomi kitaplarından klinik araştırmalara kadar birçok alanda erkek deneyimi merkezde yer alırken, kadınların biyolojik farklılıkları çoğu kez göz ardı edildi. Bu yaklaşım, kalp krizinden ağrı tedavisine kadar pek çok alanda kadınların geç teşhis almasına, yanlış ilaç dozlarıyla karşılaşmasına ve sağlıkta yapısal eşitsizlikler yaşamasına yol açıyor. Bugün giderek daha fazla araştırma, tıbbın bu kör noktasını görünür kılıyor. Peki kadın bedeni neden hâlâ tıbbın kenarında bırakılıyor ve bunu değiştirmek için hangi adımlar atılıyor?

Neden erkek bedeni varsayılıyor?

Tıpta erkek bedeninin ‘standart’ kabul edilmesinin kökleri yüzyıllar öncesine dayanıyor. Modern anatomi kitapları uzun süre yalnızca erkek vücudunu merkeze aldı; kadın bedeniyse çoğunlukla ‘üreme sistemi’ üzerinden tanımlandı. Bu yaklaşım, kadınların biyolojik farklılıklarını tali ve özel durumlar olarak görmeye yol açtı. 20’nci yüzyılın ortalarına kadar klinik araştırmalarda da tablo farklı değildi. Deneklerin büyük bölümü erkekti. Çünkü kadınların hormonal döngülerinin araştırmayı ‘karmaşıklaştıracağı’ düşünülüyordu. Bu nedenle kadınlar ya dışlandı ya da az sayıda dahil edildi. Böylece tıp bilimi, temelini erkek bedeni üzerine kurdu ve kadınların deneyimleri eksik kaldı.

Klinik çalışmalarda kadınlar yeterince temsil edilmiyor

Bugün hâlâ birçok klinik çalışmada kadınların yeterince temsil edilmediği görülüyor. İlaç testlerinde deneklerin çoğu erkeklerden seçiliyor. Özellikle doğurganlık çağındaki kadınlar ‘riskli’ bulunarak araştırmaların dışında tutuluyor. Bu durum, kadınların farklı biyolojik tepkilerini ve yan etkilerini gözden kaçırıyor. Sonuç olarak kadınlar için reçete edilen ilaçların dozları çoğunlukla erkek bedenine göre belirleniyor. Oysa metabolizma, hormon döngüsü ve bağışıklık sistemi gibi faktörler kadınlarda farklı işliyor. Bu boşluk, kadınların daha fazla yan etkiye maruz kalmasına ve tedavilerde eşitsiz sonuçlar yaşamasına yol açıyor.

Benzer biçimde kalp krizi, depresyon ve otoimmün hastalıklar gibi birçok durumda kadınların belirtileri erkeklerden farklı seyrediyor. Ancak tıp eğitimi ve klinik protokoller hâlâ çoğunlukla erkek merkezli olduğu için kadınların semptomları ya gözden kaçıyor ya da yanlış yorumlanıyor.

İşte eşitsizliğin somut sonuçları…

Erkek bedeninin varsayılan alınması, kadınların yaşamını doğrudan etkileyen sonuçlar doğuruyor.

Kalp krizi: Kadınlarda göğüs ağrısı yerine mide bulantısı, yorgunluk ya da sırt ağrısı gibi farklı belirtiler öne çıkabiliyor. Bu yüzden kadınlarda yanlış tanı oranı erkeklere göre çok daha yüksek.

İlaç tedavisi: Kadınların vücut ağırlığı, hormonları ve metabolizması ilaçlara farklı tepkiler veriyor. Ancak ilaç dozları çoğunlukla erkek bedenine göre belirlendiği için kadınlar daha fazla yan etki yaşıyor.

Ağrı yönetimi: Araştırmalar, kadınların ağrılarının daha sık psikolojik nedenlere bağlandığını ve yeterince ciddiye alınmadığını gösteriyor.

Otoimmün hastalıklar: Kadınlarda erkeklere oranla daha yaygın görülüyor. Fakat araştırmalar çoğunlukla erkekleri merkeze aldığı için kadınlara özgü tedavi seçenekleri sınırlı kalıyor. Bu örnekler, kadınların sağlık sisteminde sistematik olarak görünmez hale geldiğini ve bu görünmezliğin yaşam kalitesinden hayatta kalma şansına kadar geniş bir yelpazede olumsuz sonuçlar yarattığını ortaya koyuyor.

Değişim için adım atılmaya başlandı

Son yıllarda sağlık alanında bu eşitsizliğin farkına varılmasıyla birlikte değişim için önemli adımlar atılmaya başlandı. ABD’de Ulusal Sağlık Enstitüsü (NIH), 1990’lardan itibaren klinik araştırmalara kadınların dahil edilmesini zorunlu hale getirdi. Avrupa Birliği de benzer yönergelerle cinsiyet dengesi gözetilmesini teşvik ediyor. Ayrıca ‘gender-specific medicine’ (cinsiyete özgü tıp) yaklaşımı yükselişte. Bu alan, kadın ve erkek bedenlerinin farklı biyolojik tepkilerini dikkate alarak tedavi yöntemlerini geliştirmeyi amaçlıyor. Kalp hastalıklarından depresyona, hatta ilaç metabolizmasına kadar pek çok alanda cinsiyete özgü verilerin giderek daha fazla kullanılması, bu eşitsizliği azaltmak için umut verici. Teknoloji de bu dönüşümün bir parçası. Yapay zekâ destekli veri analizleri, toplumsal cinsiyet farklarını görmezden gelmek yerine özel olarak incelemeyi mümkün kılıyor. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Birleşmiş Milletler Kadın Birimi (UN Women) de sağlıkta toplumsal cinsiyet eşitliğini küresel bir öncelik haline getiriyor.

Tıpta eşitlik yaşamın her alanında adaletin temeli

Kadın bedeninin yüzyıllardır tıbbın kenarında bırakılması, yalnızca bilimsel bir eksiklik değil; sağlık hakkı açısından ciddi bir eşitsizlik. Erkek bedenini varsayılan kabul eden anlayış, kadınların geç teşhis almasına, yanlış dozlarla tedavi edilmesine ve hayatlarının riske girmesine yol açıyor. Bugün artık bu kör noktanın görünür hale gelmesi, daha kapsayıcı ve adil bir tıp anlayışına kapı aralıyor. Kadınların klinik çalışmalarda eşit şekilde temsil edilmesi, cinsiyete özgü tıp yaklaşımlarının yaygınlaşması ve sağlık politikalarının eşitlik ekseninde yeniden inşa edilmesi hem kadınlar hem de toplumun bütünü için yaşamsal bir gereklilik. Tıpta eşitlik, yalnızca bir kadın meselesi değil; yaşamın her alanında adaletin temeli.