Kadınlar, dünyanın gıda sistemlerinin görünmez taşıyıcıları. Tarlada, mutfakta, pazarda ya da sofrada… Her adımda üretimin, emeğin ve beslenmenin merkezindeler. Ancak bu hayati rol, çoğu zaman karar alma mekanizmalarında görünmez kalıyor. Birleşmiş Milletler verilerine göre, tarımsal üretimin yaklaşık yüzde 43’ü kadınlar tarafından yürütülüyor. Buna rağmen kadınların yalnızca beşte biri toprak mülkiyetine sahip. Kadın emeği gıda üretimini ayakta tutarken, politikalar ve yatırımlar hâlâ büyük ölçüde erkek odaklı tasarlanıyor. EAT-Lancet Komisyonu’nun 2025 raporuna göre kadınlar gıda sistemlerinin dönüşümünde sadece üretici değiller. Sürdürülebilirlik, sağlık ve adalet eksenlerinde rol oynuyorlar. Kadınların bilgi, beceri ve karar gücü olmadan ‘adil ve dirençli’ bir gıda sistemi kurmak mümkün değil. Bugün, iklim krizinden gıda güvencesine kadar uzanan küresel sorunların merkezinde, bir soru her zamankinden daha net karşımıza çıkıyor: Kadınların sesi duyulmadan sürdürülebilir bir gelecek kurulabilir mi?

Üretimin her aşamasında kritik rol oynuyorlar

Gıda sistemlerinin görünmez kahramanları olan kadınlar, üretimin neredeyse her aşamasında kritik rol oynuyor. FAO (Gıda ve Tarım Örgütü) verilerine göre, küresel tarımsal üretimin yüzde 43’ü kadın emeğiyle gerçekleşiyor. Afrika’da bu oran ortalama yüzde 50’nin üzerinde, Asya’da ise kırsal bölgelerde yüzde 60’a kadar çıkıyor. Kadınlar yalnızca üretimde değil; tohum seçimi, ürün saklama, yerel pazar erişimi, gıda hazırlama ve beslenme eğitimi gibi alanlarda da temel bilgi taşıyıcıları konumunda. Buna karşın, aynı kadınlar kaynaklara erişimde ciddi engellerle karşı karşıya. Dünya genelinde kadınların yalnızca yüzde 15–20’si toprağa sahip, tarımsal kredi ve finansman erişimi oranı ise erkeklerin yarısından az. Bu tablo, ekonomik kapasite kadar toplumsal eşitsizliği de yansıtıyor. Kadınların çoğu kayıt dışı çalışıyor, sosyal güvenceye sahip değil ve politik karar mekanizmalarında temsil oranı düşük. Uluslararası Gıda Politikası Araştırma Enstitüsü (IFPRI), kadınların eğitim ve finansal erişimle desteklenmesi durumunda, hane içi yoksulluğun yüzde 12’ye kadar azaldığını gösteriyor. Ayrıca kadınların gelir kontrolü arttığında çocukların beslenme ve sağlık göstergeleri doğrudan iyileşiyor. Yani kadınların güçlenmesi yalnızca ekonomik verimlilik değil, kuşaklar arası refah zincirini de etkileyen bir faktör.

Kadın gıda üretiminin omurgasını oluşturuyor

EAT-Lancet 2025 raporunun ‘Women’s Role’ bölümü de bu ilişkiyi açık biçimde ortaya koyuyor: Kadınlar hâlen dünya genelinde gıda üretiminin omurgasını oluşturuyor ancak hem yetersiz beslenmeden en çok etkilenen grup hem de gıda adaletine erişimi en sınırlı topluluk.

Yaklaşık 1 milyar kadın ve ergen kız, yetersiz beslenme, anemi ve mikro besin eksikliğiyle mücadele ediyor.  Bu durum, ‘Gıda sistemlerinde adalet’ kavramını yalnızca üretim değil, sağlık ve eşitlik ekseninde de yeniden düşünmeyi zorunlu kılıyor. Kadınların bilgisi, dayanıklılığı ve yerel ekosistemlerle kurduğu bağ, sürdürülebilir tarım ve iklim uyumu için de benzersiz bir kaynak. Örneğin, Afrika’daki Kadın Tarım Kooperatifleri (AWAN-Afrika), su verimliliği ve agroekolojik üretim uygulamalarıyla 2024 itibarıyla yaklaşık 1.2 milyon çiftçiye ulaşmış durumda. Benzer biçimde, Hindistan’daki SEWA kadın kooperatifleri, kırsal kadınların ürün zincirine doğrudan katılımını sağlayarak gelirlerini ortalama yüzde 30 artırdı. Kadınların emeği olmadan gıda sistemleri döner ama ilerlemez. Eşitlik, verimliliğin ve sürdürülebilirliğin ön koşulu olmaya devam ediyor.

Sürdürülebilir gıda dönüşümünde kadınların liderliği

EAT-Lancet Komisyonu’nun 2025 raporu, ‘Adil bir gıda sistemine geçiş’ (just transition) kavramını ilk kez bilimsel çerçevede ele alıyor. Rapora göre, gıda sistemlerinin iklim, sağlık ve sosyal adaletle uyumlu hâle gelmesi için, dönüşümün toplumsal cinsiyet boyutunu merkezine alması gerekiyor. Bu, yalnızca üretim biçimlerinin değil; beslenme kültürlerinin, piyasa yapılarının ve politika önceliklerinin de yeniden tanımlanması anlamına geliyor. Birleşmiş Milletler Kadın Birimi (UN Women) verileri, dünya genelinde kadınların yalnızca yüzde 27’sinin tarım politikalarında söz hakkına sahip olduğunu gösteriyor. Oysa kadınların karar mekanizmalarına katılımı, yerel düzeyde alınan çevre ve gıda kararlarının yüzde 35 oranında daha sürdürülebilir sonuçlar üretmesini sağlıyor. Bu bulgu, toplumsal eşitliğin çevresel etkiyi doğrudan güçlendirdiğini kanıtlıyor. Gıda sistemlerinin adil dönüşümü, ‘kadınları korumak’ değil, ‘kadınlarla birlikte yeniden tasarlamak’ anlamına gelmeli.

Bu kapsamda üç temel politika alanı öne çıkıyor:

  • Toprak ve finansmana erişim hakkı:

Dünya genelinde tarım arazilerinin yalnızca yüzde 15’i kadınların mülkiyetinde. Toprak güvenliği olmadan üretim zincirinde söz sahibi olmak imkânsız. Kadınlara yönelik mikro finansman, kooperatif kredileri ve tohum destekleri, adil dönüşümün ilk adımı.

  • Kapsayıcı bilgi ve teknolojiye erişim:

Uluslararası Tarımsal Araştırma Danışma Grubu (CGIAR) verilerine göre, dijital tarım teknolojilerine eşit erişim sağlandığında kadın çiftçiler arasında verimlilik yüzde 30’a kadar artıyor. Bu, yalnızca üretimi değil, iklim direncini de güçlendiriyor.

  • Temsil ve liderlik:

Kadınların gıda politikası kurullarında, kooperatif yönetimlerinde ve sürdürülebilirlik platformlarında yer alması, karar süreçlerinde denge yaratıyor. Şu anda ulusal düzeyde gıda politikası organlarında kadın temsil oranı ortalama yüzde 26. Bu oran yükselmeden sistemik dönüşümün kalıcı olması mümkün değil.

Gıdanın geleceği kadınlarla yazılacak

Küresel gıda sistemleri, bugün hem gezegenin sınırlarını hem de toplumsal eşitliğin sınırlarını aynı anda zorluyor. Üretimden tüketime, topraktan sofraya uzanan bu zincirin her halkasında kadın emeği var. Ancak karar ve kazanç paylaşımında hâlâ bir eksiklik göze çarpıyor. Bu dengesizlik yalnızca adalet meselesi değil, sürdürülebilirliğin yapısal bir engeli.

Kadınların bilgi birikimi, yerel ekosistemlere dair sezgisel bilgisi ve topluluk temelli üretim deneyimi, gezegenin geleceği için stratejik bir kaynak. Tarımda, balıkçılıkta, gıda tedarikinde, beslenme politikalarında kadınların söz hakkı arttıkça, gıda sistemleri yalnızca daha verimli değil, daha dayanıklı ve daha adil hâle geliyor. Gıda sistemlerinde dönüşüm, teknolojiden önce temsil, üretimden önce eşitlik gerektiriyor. EAT-Lancet 2025 raporunun da işaret ettiği gibi, adil bir gıda geleceği yalnızca ‘Ne ürettiğimiz’ değil, ‘Kimin söz hakkı olduğu’ sorusuna vereceğimiz yanıtla şekillenecek. Bu yanıtın içinde kadınlar yoksa, sürdürülebilirlik yalnızca bir kelime olarak kalacak.